bugün
yenile
    1. 4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      ziya gökalp’in, türkçülüğün esasları adlı kitabında ele aldığı bir konudur. bu konu 6 ana başlığa ayrılmıştır. hepsini tek tek, ait olduğu başlıklara yazacağım ve bütün yazılar ziya gökalp’e aittir. okuyacaksanız bu entiriden başalyın okumaya, her entiriye -ziya gökalp yazmak zorunda bırakmayın beni. saygılarımla. büyük milletlerden her biri, medeniyetin özel bir alanında birinciliği ele almıştır. eski yunanlılar güzel sanatlarda. romalılar hukukta, israilliler ile araplar dinde, fransızlar edebiyatta, anglo saksonlar ekonomide, almanlar müzik ile fesefede, türkler de ahlakta birinciliği kazanmışlardır. türk tarihi baştan başa, ahlaka ait üstünlüklerle doludur. türklerin yenik milletlere ve onların milli ve dini varlıklarına dinsel ve sosyal özerklikler vermesi, her türlü takdirin üstündedir. fakat bu iyiliğe karşı, yenik milletler, cömert türklerden aldıkları bu izinleri, türklerin aleyhine çevirerek, kapitülasyon adı verilen zincirlerle türkleri bağlamaya ve boğmaya çalıştılar. bu iki türlü hareket, iki tarafın da ahlak anlayışını gösterdiği için son derece karakteristiktir. bu bölümde, türklerin çeşitli konulardaki ahlak ülkülerini göstereceğiz. bu konular şunlardır: vatani ahlak , meslek ahlakı , aile ahlakı , cinsel ahlak , medeni ahlak ve kişisel ahlak ve milletler arası ahlak
    2. 4
      +
      -entiri.verilen_downvote
      hüseyin nihal atsız'ın, bozkurt dergisinde yazdığı bir makaledir. makalenin adı özünde türkçülükte ahlak'tır fakat ben, başlıkların ve konuların hemen hemen aynı olmasından mütevellit, yukarıdaki entiriye de dikkat çekmek istediğim için bu başlığa yazdım. türkçülüğün tarihi yazmaya kalkarsak, ihtimal ki, milattan önceki yüzyıllara kadar gitmeye mecbur kalırız. fakat çağdaş türkçülüğe baktığımız zaman, bunun tarihine kuşbakışı bir göz atmak pek kolaydır. türkiye’de ve dışarı türklerde aşağı yukarı aynı zamanda doğan türkçülük, eski çağların türkçülüğü ile ölçülemeyecek kadar güç şartlar içinde gelişmeye mecburdur. fakat, tanzimat’tan sonra başlayan bu hareket o kadar kuvvetli idi ki, şemseddin sami gibi bir arnavut milliyetçisini bile tesiri içine almış ve ona ilmi ve edebi türkçülük yaptırmıştır. bu kuvvetli hareket, birçok engellere, ihanetlere uğramasına rağmen daima ilerlemiş ve bugünkü dereceye varmak için pek sert savaşlar yapmaya mecbur kalmıştır. merhum ziya gökalp, türkçülük fikrinin şimdiye kadar gelen ilk ve son teşkilatçısıdır. dağınık fikirleri sistem halinde toplayıp onlara çekidüzen veren ve türkçülüğü ilmileştiren odur. yaşasaydı, belki, bugünkü türkçülük daha derlitoplu bir sistem halinde olacak ve pek hızlı yürüyen zamandan gereğince faydalanabilecekti. fakat onun erken ölümü ve türkçülüğü yeni bir ruhla yoğuracak ikinci bir teşkilatçının henüz gelmeyişi, bugün bu hareketin azçok aksamasına, hiç değilse geç büyümesine sebep olmaktadır. bununla beraber, artık türkçülüğün gösterişli yürüyüşü başlamış ve inançlı bir kafile yola çıkmıştır. bu kafile, göçlüklere ve fırtınalara uğrasa da, eski büyük türkçülerin hayatından ve verdikleri derslerden hız ve örnek alarak ülküye ulaşacaktır. artık bu, bir ihtimal, bir ümit, bir kanaat veya bir inanç olmaktan daha ileri bir şeydir. bu, artık tarihi mukadderattır. tarihi mukadderatın önüne ise hiçbir kuvvetin geçemiyeceğini herkes bilir. eski türkçülerin hepsinde “tabii ki gerçek türkçülerden bahsediyorum” belki azçok şahsi kusurlar bulunsa da, ortaklaşa bir meziyet vardır ki, o da, öteki türkçüleri, hele kendinden öncekileri inkar etmemek erdemliliğidir. bu, ahlaki bir meseledir. her inanç ahlakla yürüyeceğine göre, türkçülükte de sağlam bir ahlakın bulunması birinci şarttır. zaten, yeryüzünde zafere ulaşmış fikirler, daima, doğru ve iyi olanlar değil, sağlam ahlaklı taraftarlara sahip bulunanlardır. en güzel fikri ve prensibi, en şahane ülküyü çürük bir çevreye sokun; hemen paçavraya döndüğünü, değersiz bir hal aldığını görürsünüz. türkçülüğün de, mukadder olan tam zaferine rağmen, daha köklü olabilmesi için, türkçülerin ahlakça yüksek insanlar olması lazımdır. türkçülük, türk soyunun ruhunda, kanında, beyninde yaşayan hayat prensiplerinin fikir haline gelmiş bir şeklidir. bundan dolayı da “sıra” ve “saygı” esaslarını ihmal edemez. türkçülerin, daha eski türkçülere saygı göstermesi, bunun için şarttır. sırayı, saygıyı gözetmeden çığırtkanlık edenler, hele daha eskileri batırarak kendisini yükseltmek hayali ardında koşanlar türkçü değil, türk değil, alelade insan bile olamazlar. türksoyu, eskiyi inkar eden, kendisine hizmet etmiş eski insanları küçük gören bir soy olmadığı için,böyle yapanların türklüğünden daima şüphe eder. bir fikir, uzun uğraşmalardan sonra zafere doğru yürürken, onun zaferinden faydalanmak isteyen asalaklar her yerde bulunur. bir yahudi, ihtikarcı zekasiyle, nasıl, herhangi bir malın yakında değerleneceğini kestirerek onu nasıl istif etmeye kalkarsa, bu ülkü asalakları da hangi fikrin zafere doğru gittiğini dalevaracı zekalariyle anlayarak, onun çığırtkanlığını yapmaya kalkarlar. bunlar birdenbire meydana çıkarak ortalığı gürültüye boğarlar, haykırırlar, ötekini berikini baltalarlar ve ilk önce bazı kimseleri de kendi samimiyetlerine inandırabilirler. fakat en adil hakim olan zaman, bunların maskelerini sonunda indirir. o maskenin altındaki iğrenç yüzün gözlerinde parlayan adi ihtiraslar, herkes tarafından hemen sezilir. bu dalavereciler çıkar ve yükselme yolunda her kalıba girerler: kimisi yobaz bir softa olduğu halde, laik bir cumhuriyetçi kesilir. kimisi, zengin ve hovarda bir mirasyedi olduğu ve maiyetinde birtakım zavallı işçiler çalıştırarak onların emeğini sömüren insafsız bir sermayedar olduğu halde, komünistlik taşlar. kimisi, menfi ruhlu bir dedikoducu olduğu halde, hükümete dalkavukluk eder. kimisi de, kendinden başka bir şey düşünmeyen bir dalavereci veya çirkin yüzünden türk olmadığı anlaşılan bir gayrıtürk olduğu halde, türkçülük rolü yapar. bunların hepsi, türklük ve türkçülük için zararlı insanlardır. türkçülüğün, sert bir ahlakı vardır. türkçü kendisini mühimsemez, alçak gönüllüdür, suç yapmışsa ve yanılmışsa itiraf eder. geçmişe ve eski değerlere bağlıdır. eski türkçüleri devirerek yükselmeyi düşünmez. kalbi yalnız milletine hizmet etmek duygusu ile vurur. bencillik davasında değildir. her dinde ve her ahlak prensibinde kötü olan yalan, iftira gibi küçüklüklerin yanından bile geçmez. kendisine soykütüğü uydurmaz ve hele babası veya dedesi şüpheli bir çevreden gelmiş birisi ise, bu şüpheyi gidermek için kendisini anadolu’nun koyu türk çevrelerinden birisine yamamak teşebbüsüne girişmez. bilhassa, yıllarca çalışarak türkçülüğe hizmet ettikten sonra az veya çok bir manevi mevki kazanmak gibi namuslu ve şerefli bir yol dururken, bir hamlede yükselmek için eskileri baltalamak gibi çirkin ve şerefsiz bir harekete başvurmaz. bunları yapan türkçü değildir. bu gibi insanların türkçülerin kadrosunda yeri yoktur. 11 haziran 1942
      1aklıma takıldı da evrensel ahlak yasası var mıdır yok mudur tartışmaları var bunu biliyoruz. peki türkçülükteki ahlak anlayışı neyi referans alıyor? töreler ve geleneklerse bunların çıkış noktası nedir? - mavi papatya 21.03.2017 00:56:44 |#2874594
      1türkçülükteki ahlak anlayışı tamamen töre ve gelenekleri referans alır. fakat bu töreleri -ki esas alınan töre islamiyet öncesi türk töresidir- olduğu gibi değil de, günümüze uyarlayarak esas alır. mesela şöyle ki; kadim türklerde günümüzde "leviratus" adı verilen bir evlenme geleneği vardı. (bkz: leviratus) bu geleneği günümüzde uygulayamayız. uygulasak bile "evlenmek" olarak nitelendiremeyiz. uyarlamak ise fazla zordur. - a shih na 21.03.2017 01:05:32 |#2876874
      0nihal atsız'dan sonra başka bir türkçü düşünür/ideolog çıkmadığı için bu tip sıkıntılar daha tam olarak çözülebilmiş değildir. - a shih na 21.03.2017 01:06:40 |#2876671
      butun yorumlari goster (7)
    3. 6
      +
      -entiri.verilen_downvote
      hüseyin nihal atsız'ın, çınaraltı dergisinin 7.sayısında yazdığı bir makaledir. yine aynı bir üst entirideki gibi makalenin başlığı aslında bu başlıktan farklı olarak türk ahlakı'dır. fakat ben yine başlıkların ve konuların hemen hemen aynı olmasından mütevellit, yukarıdaki entirilere de dikkat çekmek istediğim için bu başlığa yazdım. ayrıca bu sefer farklı bir şey yapıp, okumaya üşenen arkadaşlar için kendimce en önemli bulduğum kısımları gizli bkz. içine aldım. iyi okumalar. merhum ziya gökalp, türklerin ahlakta birinci olduğunu söylerken, milli bir övünme duygusuna kapılmış değildi. çok tarih okumuş, milli maziyi öğrenmiş ve düşmanlarımızın bizim hakkımızda söylediklerini belledikten sonra bu hükmü vermişti. burada ahlakın hangi sebepler ve tesir edici şeyler altında meydana geldiğini inceleyecek değiliz. yalnız şu kadar söyleyeceğiz ki, ahlakın meydana gelmesinde coğrafyanın tesiri yoktur. bu sözümüzün en büyük delili de, aynı coğrafya alanında yaşamış olan eski romalılarla yeni italyanların ahlakça birbirinin hemen her alanda zıddı olmalarıdır. ahlakın meydana gelmesinde en önemli sebep soydur. bir toplumun ahlakı, soyunun karışması ile değişebilir. türk ahlakı en eski çağlardan beri toplumcudur. yani türklerde toplumun menfaatı insanlarınkinden üstün tutulur. bununla beraber kuvvetli şahsiyetler daima saygı görmüşler ve topluma faydalı olmuşlardır. ferdiyete değer vermeyen türk ahlakı, şahsiyete saygı göstermiştir. milattan önceki yüzyıllarda kunlar, çocuklarını, topluma faydalı olabilecek bir terbiye ile yetiştirirlerdi. topluma faydası dokunamayacak kadar yaşlanmış olanlar ise intihar ederlerdi. askeri ruh, hayatın her yerinde hakimdi. savaşta ölmekten gurur duyarlar, yatakta ölmekten korkarlardı. bu ihtimalle benizleri sararırdı. islamiyetten önceki türklerde islamlığın cenneti gibi bir vaad yoktu. böyle olduğu halde, şeref saydıkları için, savaşta ölmek isterlerdi. bir milletin yükselmesi için birinci şart olan disiplinde eşleri yoktu. meşhur mete(motun), sadakatlarını denemek istediği askerlerine, sevgililerine ok atmayı emrettiği zaman, bu buyruğu hepsi yerine getirmişlerdi. doğru sözlü idiler. kunların baş düşmanı olan çinliler bile onların çok doğru sözlü olduklarını, o kadar ki, verdikleri sözün yeter olduğunu yazarlar. açık sözlü idiler. dalkavukluğun ne olduğunu bilmezlerdi. vicdani kanaatlarını hiç çekinmeden söylerlerdi. hükümdarlar da bu sözleri hiç kızmadan dinlerler ve doğru bulurlarsa uygularlardı. milattan önce ii.yüzyıl'da kun yabgusu türkleri çin medeniyetine sokmak istediği zaman, başvezir buna şiddetle karşı koymuş ve sözlerini hükümdara kabul ettirmişti. miladın viii. yüzyıl'ında bilge kağan, buda dinini kabul etmek istediği zaman, meşhur bilge tonyukuk kabul etmemiş, deliller sayarak hükümdarı caydırmıştı. yine viii. yüzyıl'da bögü kağan, maniheizmi devlet dini olarak kabul etmek istediği zaman, tarkanlar, yani bakanlar, avam dini olarak gördükleri maniheizmin kabulüne şiddetle karşı durmuşlardı. her ne kadar bögü kağan tarkanları dinlemeyerek millete yeni dini kabul ettirmiş ise de, tarkanlar vicdani kanaatlarından dönmemişler, prensip sahibi olduklarını ispat etmişlerdi. mohaç meydan savaşından sonra, savaş alanını gezen kanuni sultan süleyman'ın bir sorusuna bir sancak beğinin verdiği cevap da doğruluk ve açık sözlülüğün güzel bir örneğidir. türk beğleri dalkavukluğun ne olduğunu bilmedikleri, devşirmeler ise bunda pek usta oldukları için, ii. murad çağından sonra memleketin yüksek mevkilerine devşirmeler gelmeye başlamış ve milli ahlakın bozulmasına sebep olmuşlardır. türkler, en eski çağlardan beri kımız, şarap ve rakı içerek sarhoş olurlar, fakat ciddiyetlerini, vakarlarını asla bozmazlardı. ziya paşa'nın xix. yüzyılda yazmış olduğu: bed-maye olan anlaşılır meclis-i meyde i̇şret, güher-i ademi temyize mihektir. beytini sanki hepsi biliyordu. değil sarhoş olup cıvımak, sendelemek bile ayıptı. cengiz han'ın oğlu çağatay, bir gün, küçük kardeşi olup büyük kağanlık mevkiinde bulunan ögedey ile birlikte çok içerek ciddiyete aykırı sayılabilecek bir harekette bulunmuş, ertesi gün ögedey'e giderek bir gün önceki hareketinden dolayı kendisinin cezalandırılmasını istemişti. aksak timur'un da günlerce süren toylarda boyuna şarap içtiği olur, fakat ne neşeye kapılır, ne kimsenin gönlünü kırar, ne de devlet işlerinde aksaklık yapacak bir buyruk verirdi. türklerin cinsi ahlakları da yüksekti. yuva, aile ve evdeş muhterem sayılırdı. evli bir kadına taarruzun cezası idamdı. kadın hürdü. kocası uzak yolculuğa gitmiş olsa bile eve gelen yabancı erkeği konuklardı. kendisine saygı gözü ile bakıldığı için bundan bir kötülük de doğmazdı. anadolu yörüklerinde ve türkmenlerinde, türkistan'ın göçebelerinde bu adet hala vardır. eski türklerin ahlak ve adetlerinin büyük bir kısmını aynen saklamış olan türkistan kazaklarının bazılarında şöyle bir adet vardır: bir genç erkek evlenmek istediği kızın çadırına üç gece gizlice girer. kızla birlikte yatarlar, kızın babası ve anası bunu sezseler bile ses çıkarmazlar. üç gecede erkek, kendisiyle evlenmesi için kızı radı edebilirse dördüncü günü babasına giderek kızı ister. kandıramazsa çekilir, gider. fakat bu üç gecede en ufak bir uygunsuzluk olmaz. erkek ve kız, birbirlerine karşı hiçbir kötü düşünce beslemez bu da gösteriyor ki, türkler hem ahlaklı, hem de iradeli bir millettir. zaten bu ikisi, çok kere birlikte bulunur. yaşayıp yükselmek, ahlaklı ve iradesi sağlam milletlerin hakkıdır. biz bu türk ahlakına tam olarak sahip bulunduğumuz zamanlarda yükseldik. yabancıların ahlakını alarak bozulduğumuz zaman düşüp geriledik. yükseldiğimiz zamanlar bu toprak, büyük milli davalar için kendilerini feda eden; yalan, iki yüzlülük bilmeyen, vicdanını satmayan insanlarla dolu idi. niğbolu'da 60.000 türk, birleşik avrupa'yı yenerken; yavuz, korkunç çölleri aşarken; kanuni, boy ölçüşmek için charles-quint'in ordusunu ararken böyle yıkılmaz ruhlu bir topluma dayanıyordu. ahlak, millet yapısının temelidir. o olmadan hiçbir şey olmaz. 20 eylül 1941